31 Ağustos 2014 Pazar

Paris - 2013

v

Beliz 20 aylıkken düştük Paris yollarına. Son Samos gezimizde birbirimizden çok hoşnut kaldığımız için yine Paris'i de; Çağatay amcamız, Erer ablamız ve Eren abimiz ile keşfettik.

Havalar daha iyi olur diye Mayıs ayını seçtik ancak yağmur, çamur hatta fırtına peşimizi bırakmadı :( Yine de kah çocukların bizi çıldırtması kah nezih cafelerde içtiğimiz iç ısıtan kahveler pek üşümemize fırsat vermedi. İlk gün hariç! çünkü soğuğu yiyince neye uğradığımızı şaşırdık. Bir de güya İstanbul'da çanta hazırlığına girişmeden hepimiz ayrı ayrı yok AccuWeather, yok Yahoo Weather gibi bir dolu hava tahmini sitesine baktık. Dedik tamam yağmur var. Biraz da soğuk var. İstanbul ile aynıdır. Bir tek çocuklara temkinli davranıp kendimize incecik rüzgarlık almışız. Ne o? Akıllılık ettik de çantayı hafiflettik!!!! Biz yetişkinler donduk donduk.

İlk işimiz, bir akşam Celallettin dedemizin evindeyken bir araya gelip otel bulmak oldu. İkiye bölünerek ipad ve lap toplarda, booking.com ve tripadvisor gibi sitelerinde kaybola kaybola bütçemize uygun, merkezi, temiz ama kutu kadar bir pansiyon bulduk. Zaten Paris'te genel kanı odaların küçük olması olduğu için fazla dert etmedik. Otel ve uçak bileti işini hallettikten sonra Harbiye'de bulunan aracı kurumdan Fransa vize başvurumuzu yaptık. Yine tüm evrakları hem Beliz'in dosyasına hem Çağrı'nın dosyasına hem de benim dosyama koyduk. Önce randevumuzu aldık. Günümüz gelince Beliz'i anneannesine bırakıp eşim ile birlikte gittik. Aynı banka gibi. Gidince numara alıp bekliyorsunuz. Ekranda numara çıkan bankoya gidiyorsunuz. Orada zaten her adımı gösteriyorlar. Sonunda da kargo parası karşılığında pasaportunuz eve geliyor. İsterseniz bizim gibi gidip elden alabilirsiniz.

Bavul hazırlarken tabii ki yine en çok yeri Beliz'in eşyaları kapladı. Bezler, ıslak mendiller, Beliz'in havlusu, küçük boy bebe şampuanı ve vücut losyonu (Gratis'te seyahat boyu bulunuyor), kalın ve ince kıyafet, uyku tulumu. Yine de valiz geçen seferki kadar ağır olmadı çünkü bu sefer hazır mama pek almadım. Sadece sütlaç sevdiği için birkaç şişe hazır kavanoz sütlaç aldım çünkü daha önce denediğim diğer hazır mamaları sevmemiş ve yememişti. Yine de iki kavanoz belki yer diye dayanamayıp sebze püresi almıştım. Nitekim iki kaşık alıp bıraktı. Para da mama da çöpe.. Bir de ambalaj içindeki meyve sularından aldım.

Hava alanında uçak girişine kadar pusetimizle gidip kapıda havayolu şirketinin verdiği torbaya geçirip teslim ettik. Bu tatilimizde de Beliz hala emdiği için yine uçak kalkış ve inişlerinde Beliz'i emzirdim. Yine hiç kulak sorunumuz olmadan yırttık. :) Sonradan da her zamanki gibi Beliz uçakta uyuduğu için rahat bir yolculuğumuz oldu. Eren abisinde zaten bir problem olmadığı ve uykucu olduğu için o da hemen horul horul uyumaya başladı.

Paris'te ilk günümüzü tam anlamıyla donarak geçirdik. Allahtan otelimizin yeri güzeldi. Tek sorun, asansör çok küçük ve yavaş olduğu için puseti odalara dar merdivenden indirip çıkarmak oldu. Sokağa kendimizi atıp doğruca otelimize yakın sayılabilecek Paris'in en yüksek noktası Montmartre tepesine çıktık. Tepede önce karşımıza Sacre Coeur Bazilikası çıktı. Bazilikanın önünden kuş bakışı Paris manzarasına karşı fotoğraflarımızı çektik. Tabii Beliz de bu sıralarda pusetinde horul horul uyuduğu için tadından yenmedi :) Yok fotoğrafı  şu açıdan çekelim yok bu açıdan çekelim diye bayağı keyifli vakit geçirdik. Tabii mızmızlanan da olmayınca meydanı boş bulduk :) Daha sonra dar sokaklarda dolaşıp ressamları izledik. Portre çizdirelim mi çizdirmeyelim mi derken hepimiz vaz geçtik çünkü her ne kadar fotoğraflarda gülüyor olsak da içten içe donuyorduk!!! Dönüşte de yürüyerek ancak Moulin Rouge'un kapısının önünden kös kös geçebildik. Çocuklarla her şey yapılamıyor maalesef!!! Büyüyünce onlar kendi arkadaşlarıyla gider biz de kendi arkadaşlarımızla giderik :)


İkinci gün sabah erkenden otele yakın olan bir cafede kahvaltımızı ettik. Zaten genelde kahvaltılarımızı burada yaptık. Çocuklara omlet kendimize de reçel+ekmek+kahve menüsünü seçtik. Gayet uygun ve lezzetli.Buradan Fransa'nın sembolü olan Eyfel Kulesine doğru yol aldık. Kulenin girişine ulaştığımızda yeterince erken gitmediğimizi anladık. Bayağı kuyruk oluşmuştu. Bir delilik yaptık. Pusetleri elimize alıp Eyfel'in ayağından merdivenleri çıktık. Ne yalan söyleyeyim bayağı yorucuydu. Başta Çağrı puseti aldı, ben Beliz'i; değiştire, değiştire sonunda hepimiz yukarı çıktık. Eren abisinin de Beliz'in de çok hoşuna gitti. Kuleden aşağıyı izledik. Bir de başımıza ne geldi. Genelde olur mu bilmiyorum ama biz tam kulenin tepesindeyken fırtına çıktı. Sirenler çalmaya başladı. Herkes içeri koşuştu. Güzel bir tecrübeydi :) Neyse ki aşağıya asansörü kullanarak indik. Biraz Champ de Mars parkında dolaşıp Eyfel Kulesi'nin karşısına geçtik. Hemen ışıklarda Beliz'den bir vızıltı duyulmaya başladı. Yolun karşısına bakınca vızıltının nedeni anlaşıldı. Kocaman, ışıltılı, çocukların rüyası... Evet. Bir atlıkarınca!!! Eren artık ağabey olduğu için ilk başta pek oralı olmadı. Ama bizim ısrarlarımıza dayanamayıp o da atıldı atlıkarıncaya. Tabii ben de Beliz'i bahane edip ben de :)

Atlıkarınca faslından sonra biz iki aile daha sonra buluşmak üzere ayrıldık. Çünkü Beliz hanımın yine emerek uyuması gerekiyordu. Parkta gözüme bir bankı kestirdim ve oraya tam yerleştik ki bir anda kuvvetli bir rüzgar çıktı. Bizimki de tam keyife başlamıştı. Haydii bu sefer kucağımda onu paket yapıp ağaç altı bir banka geçtik. İyi ki ağacın altına girmişiz çünkü birden yağmur çiselemeye başladı. Yağmurun pıtırtısı da gelince bizimki emerken uyudu. Her zamanki gibi Beliz'i zar zor pusetine aldık. Neyse ki korktuğumuz başımıza gelmedi de uyanmadan pusete yerleştirdik ve yağmur da çabuk dindi.

İki aile buluşup yürüyerek Zafer Takı'na (Arc de Triomphe) ulaştık. Salına salına Şanzelize (Champs Elysees ) caddesindeki dükkanları dolaştık. Tabii iki çocuklu aile birleşir de Şanzelize'deki Disney dükkanına girilmez mi??? Tabii ki girilir. Beliz'e çok güzel Minnie'li çek çek çanta aldık :) Aslında şimdi düşününce kendime çok kızıyorum. Kız gitti Mickey'liyi beğendi. Ben de kendime dert edindim. Minnieli'yi seçsin diye atmadığım takla kalmadı. Ne o? Beliz'in istediği olacak. Acaba??? Galiba benim de içimde bir şeyler kalmış ;) ) Zaten ; diyeceksiniz ki, iki çocuklu aile Paris'e gittiniz de Disney'in parkı dururken gide gide sadece dükkanına mı girdiniz? Şöyle cevaplayayım. Beliz bence Disney'i anlamak için çok küçüktü. Gitsek hiç bir şey anlamayacaktı. Binebileceği çok az oyuncak olurdu. Üstelik hiç de ucuz olmayan giriş bileti parası da boşa gitmiş olacaktı. Eren ile de daha önce alasına Amerika Orlando'da gittiğimiz için gerek görmedik. Çünkü Orlandoda'ki gerçekten süperdi. 5 farklı tema parkı ve 2 de ayrı su parkı var. O yüzden Paris'tekine gidip bir alete binmek için 1 hatta 1,5 saat bekleyerek günümüzü ziyan etmek istemedik.   Daha önce ben Paris'teki Disney'i gezdiğim için kıyas yapabiliyorum. Hatta (ayıptır söylemesi) Japonya'dakini de gördüm. Japonya da hiç sıra beklemedim. Tabii hava kötüydü belki o da etkilemiştir. Her şey vardı. Hakikaten güzel ve değişikti. Neyse başka bir yazıyı sırf buna ayırırım ama sonra. Şimdilik, Paris gezimiz kısa, sadece 4 günlük olduğu için bir günü Disney'de harcamadık deyip geçelim.

Üçüncü günümüz, sabah erken kalkıp koştura koştura Louvre Müzesine gitmemizle başladı. Çok büyük bir müze olduğu için biletlerimizi aldıktan sonra haritada gezmek istediğimiz yerleri belirledik. Gönül ister ki hepsini dolaşalım ancak sınırlı gün ve yanınızda çocuk olunca seçim yapmaya zorunlu oluyorsunuz maalesef. Beliz de müzede pek sıkıntı çıkarmadı sağ olsun. Bazı heykeller üzerine hikayeler anlattım çok hoşuna gitti. Resimler de ilgisini çekti uzun uzun seyretti. Yine de tabii keyfi geldiği için meme arası vermeyi ihmal etmedi. Büyüyünce artık Louvre'da da emmedim demez :)

Çıkışta bayağı kuvvetli rüzgar ve yağmur bizi bekliyordu. Pusetin yağmurluğunu aldığımız için kendimizi tebrik edip yola devam ettik. Yemek yemek için de Belçika restoran zinciri olan Leon de Bruxelles'e gidip midyeleri mideye indirdik :) (Montparnasse'dakine gittik biz)Tamam kötü bir espriydi kabul ediyorum. Tabii burada Beliz'e beğendirip midye yediremedim. Yanımda bir tane sebze püresi vardı. İki kaşık alıp gerisini ortaya söylediğimiz patates kızartmalarından yiyerek tamamladı. Sonradan ortaya söylediğimiz kızartma balıkların da tadına baksın, ay şunu da tatsın diye diye karnı da doydu zaten. Karnımızı doyurduktan sonra Montparnasse bölgesi bize uzak olduğu için çıkıp etrafı keşfedelim dedik. İyi ki demişiz. Restorandan biraz yürüdükten sonra öyle bir sokağa geldik ki gözlerim ışıl ışıl parladı. Bir sürü bebek-çocuk giyim butiği yan yana sıralanmış. Bazıları gerçekten çok güzeldi ancak kesemizi aştığı için beğenmekle yetindim. Yine de kendimi tutamadan Sergent Major'den Belize pembe bir pantolon aldım. Yol arkadaşlarımızı çok oyalamamak için çabuk hareket edip daha sonradan buraya dönmek üzere aklıma not ettim. Buradan çıkıp ünlü Laduree pastahanesinde duraklayıp doğruca alışveriş yapmak üzere Lafayette alışveriş merkezine gittik. Artık yorgunluktan harap ve bitap vaziyette olduğumuz için gözüm pek bir şey görmemeye başlamıştı. Burada ben en çok ev eşyalarını beğendim. Neyse oradan yorgun argın çıkıp, bizim otele yakın bir çin lokantasına gidip çin yemeği ile günümüzü tamamladık. Beliz de burada sebzeli pilavı götürdü.

Yolda da garibim yorgunluktan çok huysuzlandı sonunda da otele girene kadar sızdı. Beliz'in ardından biz METROZEDE'ler de ayaklarımızı uzatıp dinlenmeye çalıştık. Her ne kadar metro çok yaygın, neredeyse her sokağa giriyor olsa da Barselona'da yaşadığımız o rahatlığı burada çok aradık. Maalesef metro eski olduğu için pek asansöre rastlamadık. Ayrıca bazı istasyonlar arası bağlantı çok uzun mesafe olduğu için çok yürünüyor, merdiven inilip çıkılıyor. Bu yüzden puseti genelde sırtta ya da Beliz hanımı uyandırmamak için alttan kaldırarak merdivenler boyu taşıdık.

Cumartesi günü sabah pastaneden sandviç ve kruvasanlarımızı paket yaptırdık ve parkta oturup yedik. Çocuklar birazını da kuşlarla paylaştığı için eğlenceli geçti. Buradan Notre Dame Katedrali'ne gittik. Belize heykelleri ve gargoyleleri  göstermeye çalıştıysam da pek başarılı olamadım.

Notre Dame çıkışı  Pompidou binasına gittik. Burası Beliz'in gerçekten hoşuna gitti. Binanın önündeki havuz  ve aktiviteler bayağı oyaladı bizimkini.

Oyalana oyalana nehir kenarına indik. Teknelerden birine atlayıp Sen Nehri'nde keyifli bir gezinti yaptık. Tabii donmadık diyemem. Yeni aldığımız fularları Beliz'in boynuna, göğsüne sarıp yeterli gelmesi ümidiyle turumuzu tamamladık. Yine de çok keyifliydi. Hem çocuklar hem de biz çok eğlendik. Güneşi de nehrin üzerindeyken batırmamız ayrı bir güzellik kattı.

Hazır güneşi batırdık haydi bir de Eyfel'i karanlıkta görelim dedik. Eeee ne de olsa son gün. Sonuç hayli güzeldi.

Tabii yine de karnımız doymadan tatil bitti sayılmaz. Çağrı ve Çağatay abi gidip pizza aldılar. Beliz artık yorgunluktan bitap düşmüştür diyerek yatağa yerleştirdik. Tam pizzayı yemeğe başladık ki tataaaa zamanlamayı harika ayarlayan Beliz hanım gözlerini açtı. Biz de, haydin o zaman madem uyumuyorsun diyerek komşu odaya gittik. Birlikte pizza yeyip stres attık. Tatilimiz de böylece bitmiş oldu.



















10 Ağustos 2014 Pazar

Anne olmak mı, anneanne olmak mı ?



Şanslı biriyim. Hem anne hem anneanne oldum. Aynı anda değil; sırasıyla…. Her iki özel duygunun da keyfini sürebilecek  zaman aralığı ile. 25 yaşında anne oldum, 54 yaşında anneanne.



Anne olmak da anneanne olmak da güzellik, zindelik, anlam kattı hayatıma. Zaman zaman torun baldan tatlı, sorumluluk annede olunca daha keyifli vb. yorumlarla karşılaşsam da bende karşılık bulmadı bu değerlendirmeler. İki duygu da birbiri ile kıyaslanamayacak ölçüde tatlı :)

Anne olduğumda çalışıyordum, kızımın üzerinde annemin hakkı büyük. Anneanne oldum, hala çalışıyorum. Torunuma kızım bakıyor. Onlarla birlikte geçirdiğim zaman belki sınırlı, ancak sorumluluklarını hep hissediyorum. İşten kalan zamanlarımı mümkün olduğunca onlarla geçirmeye özen gösteriyorum. Daha doğrusu her fırsatta kızıma ve  torunuma koşuyorum. 

Bazen torunumla daha fazla vakit geçiriyorum, ondan başkasını gözüm görmüyor eleştirileri ile karşılaşıyorum, aldırmıyorum. Kızımı da torunumu da canımdan çok seviyorum, dikkatimin çoğunu torunuma vermemin nedeni kızıma  destek olmak, biraz olsun rahat nefes alabilmesini sağlamak için. Ayrıca her defasında üzerime anneanne diye heyecanla ve sevgi ile atlayan yumurcağı kendimden uzaklaştırmaya da gönlüm razı değil tabii. Bundan da büyük tat alıyorum. 























Çocuk büyütmek en güzel, ama en zor şey hayatta.  
Sonsuz bir sevgi…

Sorumluluk istiyor, hata kaldırmıyor. Kendini geliştirmek, sürekli araştırmak, çocuğu tanımak, öğrendiklerini dikkatle uygulamak gerekiyor. Sabır istiyor. Şefkat ve disiplini dengeli yürütmek, inisiyatifi belli ölçüde ailede paylaşmak beceri, dikkat istiyor. Saldım çayıra, mevlam kayıra yaklaşımı ile çocuk sağlıklı büyütülmüyor. Bu sorumluluğu almaya hazır olmadan anne olanların Allah yardımcısı olsun. Çok zor. 

Evlenen çiftlere hemen çocuk yapın baskısını çok yanlış buluyorum. Çiftler önce birbirlerini iyi tanımalı, çocuk yetiştirme konusunda görüş birliğine varmalı. Çocuk doğduğunda plan ve programları çocuğa odaklı olacağından öncesinde bol bol birbirleriyle vakit geçirmeli, seyahatler yapmalılar. Çocuk olduğunda da kendilerini fazla kısıtlamamalı, gezilerini sürdürmeyi aksatmamalılar. Çocuklar çok çabuk uyum sağlar. Ve bu gezilerde  her türlü algıları gelişir.

Gizem  üç aylıkken, Büyükçekmece’de bir tatil köyüne gitmiştik. Zorluk yok muydu, vardı tabii. Ama üstesinden geldik. İki yaşındayken Heybeliada’da yaz dönemi için ev kiralamıştık. Babası ile ben işe adadan gidip geliyorduk. Gizem de babaannesi ve dedesi ile bahçeli bir evin tadını çıkarıyor, akşamları iskelede bizi sevinçle karşılıyordu. Bayramlarda kısa seyahatlerden hiç korkmadık. 


 Gizem - Büyükçekmece 1982 (Gizem 3 aylıkken)

Şimdi Gizem ve Çağrı, aynı yolu izliyorlar. Beliz ile ilk seyahatleri  Barcelona oldu. Ardından Samos, Thassos…  Seyahat yaşam sevincim oldu, yeni yerler görmek, insanlarla tanışmak, farklı kültürler ile kaynaşmak. Kızım, damadım, torunuma da bu sevgiyi aşılıyorum her fırsatta…