21 Ekim 2014 Salı

Beliz ile Samos

Bebekle seyahat; Sevgi-Şefkat-Sabır


Yanınıza alınması gerekenler :

Fotoğraf makinesi, anı defteri , ipad, ses kayıt cihazı ya da tam teşekküllü mobil telefon ve şarjı tabiii
Tam yatan konforlu bir puset, pike
Piknik örtüsü, termos
Ateş ölçer, ateş düşürücü,
Sinek kovar, sokmalara karşı solüsyon/krem
Gerisi  ıvır zıvır; bezmiş, giysiymiş yetersiz kalırsa gittiğiniz yerlerden  sağlarsınız


Miniminnacık bir bebekle seyahat etmek , eğer iyi plan yapılmamışsa  zor iştir. Detaycı bir anneanne olmama rağmen en önemli seyahat aracı konusunda afalladığımı idrak etmek acı oldu. Her tedbiri aldığımızı düşünerek yola çıktık. Puset konusunda sınıfta kaldık.

Bebekle seyahat ederken en başta çözülecek konu, bebeğin uykusu geldiğinde onu rahat ettirecek puseti seçmek olmalı… Pusetin taşınabilirliği, ağırlığı, büyüklüğü vb. şeylere takılmamak gerek. Pusetin tam yatar vaziyete getirilmesi, konforlu olması en elzem şey.
Az yer kaplıyor, kolay taşınıyor diye yatmayan tek kademeli baston puset ile yola çıkınca, seyahat boyunca akşam yemekleri kabus oldu. Seyahat dönüşü ilk işimiz bir sonraki seyahat için en konforlu puseti almak oldu:)))

Tatilde otel odasına kapanmak en son düşünülecek şey. Bebeğin konforu ile kendi konforunuzu birleştirmek zor değil. Maması, altının temizliği, uykusu  sağlandı mı, bebek mutlu olur anne de baba da. 

Seyahat boyunca stres kendinizden uzak tutmanız gereken şeylerin başında gelir. Stresi giyinirseniz, bebek bunu derhal hisseder ve  o da strese girer. Oysa seyahat, yaşamı hareketlendirme, renklendirme, sosyalleşme, kültür birikimi, yeni dostluklar, ev işlerinden uzaklaşma, bebeğinizle ve eşinizle daha fazla vakit geçirme faaliyetidir. Yemek pişirmeye, mutfak alışverişine ve ne pişireyim stresine, evi temizleyip toparlamaya, misafir ağırlamaya ara verdiğiniz kısa tatiller sizi yeniler, enerji depolamanıza olanak sağlar.



Seyahat, bebeğin aile fertleri dışında yabancılarla iletişimini, insanlarla ve eşya ile tanışıklığını, gözlem yetisini, tabiatı algılamasını, kelime dağarcığını artırarak gelişimini hızlandırır. Açık havada bulunmak, güneş ışığından daha fazla yararlanmasına, daha fazla oksijen solumasına olanak tanır, deniz bedensel spora ve sağlıklı gelişmesine katkıda bulunur. Ebeveyn bundan fazla ne ister ki....



31 Ağustos 2014 Pazar

Paris - 2013

v

Beliz 20 aylıkken düştük Paris yollarına. Son Samos gezimizde birbirimizden çok hoşnut kaldığımız için yine Paris'i de; Çağatay amcamız, Erer ablamız ve Eren abimiz ile keşfettik.

Havalar daha iyi olur diye Mayıs ayını seçtik ancak yağmur, çamur hatta fırtına peşimizi bırakmadı :( Yine de kah çocukların bizi çıldırtması kah nezih cafelerde içtiğimiz iç ısıtan kahveler pek üşümemize fırsat vermedi. İlk gün hariç! çünkü soğuğu yiyince neye uğradığımızı şaşırdık. Bir de güya İstanbul'da çanta hazırlığına girişmeden hepimiz ayrı ayrı yok AccuWeather, yok Yahoo Weather gibi bir dolu hava tahmini sitesine baktık. Dedik tamam yağmur var. Biraz da soğuk var. İstanbul ile aynıdır. Bir tek çocuklara temkinli davranıp kendimize incecik rüzgarlık almışız. Ne o? Akıllılık ettik de çantayı hafiflettik!!!! Biz yetişkinler donduk donduk.

İlk işimiz, bir akşam Celallettin dedemizin evindeyken bir araya gelip otel bulmak oldu. İkiye bölünerek ipad ve lap toplarda, booking.com ve tripadvisor gibi sitelerinde kaybola kaybola bütçemize uygun, merkezi, temiz ama kutu kadar bir pansiyon bulduk. Zaten Paris'te genel kanı odaların küçük olması olduğu için fazla dert etmedik. Otel ve uçak bileti işini hallettikten sonra Harbiye'de bulunan aracı kurumdan Fransa vize başvurumuzu yaptık. Yine tüm evrakları hem Beliz'in dosyasına hem Çağrı'nın dosyasına hem de benim dosyama koyduk. Önce randevumuzu aldık. Günümüz gelince Beliz'i anneannesine bırakıp eşim ile birlikte gittik. Aynı banka gibi. Gidince numara alıp bekliyorsunuz. Ekranda numara çıkan bankoya gidiyorsunuz. Orada zaten her adımı gösteriyorlar. Sonunda da kargo parası karşılığında pasaportunuz eve geliyor. İsterseniz bizim gibi gidip elden alabilirsiniz.

Bavul hazırlarken tabii ki yine en çok yeri Beliz'in eşyaları kapladı. Bezler, ıslak mendiller, Beliz'in havlusu, küçük boy bebe şampuanı ve vücut losyonu (Gratis'te seyahat boyu bulunuyor), kalın ve ince kıyafet, uyku tulumu. Yine de valiz geçen seferki kadar ağır olmadı çünkü bu sefer hazır mama pek almadım. Sadece sütlaç sevdiği için birkaç şişe hazır kavanoz sütlaç aldım çünkü daha önce denediğim diğer hazır mamaları sevmemiş ve yememişti. Yine de iki kavanoz belki yer diye dayanamayıp sebze püresi almıştım. Nitekim iki kaşık alıp bıraktı. Para da mama da çöpe.. Bir de ambalaj içindeki meyve sularından aldım.

Hava alanında uçak girişine kadar pusetimizle gidip kapıda havayolu şirketinin verdiği torbaya geçirip teslim ettik. Bu tatilimizde de Beliz hala emdiği için yine uçak kalkış ve inişlerinde Beliz'i emzirdim. Yine hiç kulak sorunumuz olmadan yırttık. :) Sonradan da her zamanki gibi Beliz uçakta uyuduğu için rahat bir yolculuğumuz oldu. Eren abisinde zaten bir problem olmadığı ve uykucu olduğu için o da hemen horul horul uyumaya başladı.

Paris'te ilk günümüzü tam anlamıyla donarak geçirdik. Allahtan otelimizin yeri güzeldi. Tek sorun, asansör çok küçük ve yavaş olduğu için puseti odalara dar merdivenden indirip çıkarmak oldu. Sokağa kendimizi atıp doğruca otelimize yakın sayılabilecek Paris'in en yüksek noktası Montmartre tepesine çıktık. Tepede önce karşımıza Sacre Coeur Bazilikası çıktı. Bazilikanın önünden kuş bakışı Paris manzarasına karşı fotoğraflarımızı çektik. Tabii Beliz de bu sıralarda pusetinde horul horul uyuduğu için tadından yenmedi :) Yok fotoğrafı  şu açıdan çekelim yok bu açıdan çekelim diye bayağı keyifli vakit geçirdik. Tabii mızmızlanan da olmayınca meydanı boş bulduk :) Daha sonra dar sokaklarda dolaşıp ressamları izledik. Portre çizdirelim mi çizdirmeyelim mi derken hepimiz vaz geçtik çünkü her ne kadar fotoğraflarda gülüyor olsak da içten içe donuyorduk!!! Dönüşte de yürüyerek ancak Moulin Rouge'un kapısının önünden kös kös geçebildik. Çocuklarla her şey yapılamıyor maalesef!!! Büyüyünce onlar kendi arkadaşlarıyla gider biz de kendi arkadaşlarımızla giderik :)


İkinci gün sabah erkenden otele yakın olan bir cafede kahvaltımızı ettik. Zaten genelde kahvaltılarımızı burada yaptık. Çocuklara omlet kendimize de reçel+ekmek+kahve menüsünü seçtik. Gayet uygun ve lezzetli.Buradan Fransa'nın sembolü olan Eyfel Kulesine doğru yol aldık. Kulenin girişine ulaştığımızda yeterince erken gitmediğimizi anladık. Bayağı kuyruk oluşmuştu. Bir delilik yaptık. Pusetleri elimize alıp Eyfel'in ayağından merdivenleri çıktık. Ne yalan söyleyeyim bayağı yorucuydu. Başta Çağrı puseti aldı, ben Beliz'i; değiştire, değiştire sonunda hepimiz yukarı çıktık. Eren abisinin de Beliz'in de çok hoşuna gitti. Kuleden aşağıyı izledik. Bir de başımıza ne geldi. Genelde olur mu bilmiyorum ama biz tam kulenin tepesindeyken fırtına çıktı. Sirenler çalmaya başladı. Herkes içeri koşuştu. Güzel bir tecrübeydi :) Neyse ki aşağıya asansörü kullanarak indik. Biraz Champ de Mars parkında dolaşıp Eyfel Kulesi'nin karşısına geçtik. Hemen ışıklarda Beliz'den bir vızıltı duyulmaya başladı. Yolun karşısına bakınca vızıltının nedeni anlaşıldı. Kocaman, ışıltılı, çocukların rüyası... Evet. Bir atlıkarınca!!! Eren artık ağabey olduğu için ilk başta pek oralı olmadı. Ama bizim ısrarlarımıza dayanamayıp o da atıldı atlıkarıncaya. Tabii ben de Beliz'i bahane edip ben de :)

Atlıkarınca faslından sonra biz iki aile daha sonra buluşmak üzere ayrıldık. Çünkü Beliz hanımın yine emerek uyuması gerekiyordu. Parkta gözüme bir bankı kestirdim ve oraya tam yerleştik ki bir anda kuvvetli bir rüzgar çıktı. Bizimki de tam keyife başlamıştı. Haydii bu sefer kucağımda onu paket yapıp ağaç altı bir banka geçtik. İyi ki ağacın altına girmişiz çünkü birden yağmur çiselemeye başladı. Yağmurun pıtırtısı da gelince bizimki emerken uyudu. Her zamanki gibi Beliz'i zar zor pusetine aldık. Neyse ki korktuğumuz başımıza gelmedi de uyanmadan pusete yerleştirdik ve yağmur da çabuk dindi.

İki aile buluşup yürüyerek Zafer Takı'na (Arc de Triomphe) ulaştık. Salına salına Şanzelize (Champs Elysees ) caddesindeki dükkanları dolaştık. Tabii iki çocuklu aile birleşir de Şanzelize'deki Disney dükkanına girilmez mi??? Tabii ki girilir. Beliz'e çok güzel Minnie'li çek çek çanta aldık :) Aslında şimdi düşününce kendime çok kızıyorum. Kız gitti Mickey'liyi beğendi. Ben de kendime dert edindim. Minnieli'yi seçsin diye atmadığım takla kalmadı. Ne o? Beliz'in istediği olacak. Acaba??? Galiba benim de içimde bir şeyler kalmış ;) ) Zaten ; diyeceksiniz ki, iki çocuklu aile Paris'e gittiniz de Disney'in parkı dururken gide gide sadece dükkanına mı girdiniz? Şöyle cevaplayayım. Beliz bence Disney'i anlamak için çok küçüktü. Gitsek hiç bir şey anlamayacaktı. Binebileceği çok az oyuncak olurdu. Üstelik hiç de ucuz olmayan giriş bileti parası da boşa gitmiş olacaktı. Eren ile de daha önce alasına Amerika Orlando'da gittiğimiz için gerek görmedik. Çünkü Orlandoda'ki gerçekten süperdi. 5 farklı tema parkı ve 2 de ayrı su parkı var. O yüzden Paris'tekine gidip bir alete binmek için 1 hatta 1,5 saat bekleyerek günümüzü ziyan etmek istemedik.   Daha önce ben Paris'teki Disney'i gezdiğim için kıyas yapabiliyorum. Hatta (ayıptır söylemesi) Japonya'dakini de gördüm. Japonya da hiç sıra beklemedim. Tabii hava kötüydü belki o da etkilemiştir. Her şey vardı. Hakikaten güzel ve değişikti. Neyse başka bir yazıyı sırf buna ayırırım ama sonra. Şimdilik, Paris gezimiz kısa, sadece 4 günlük olduğu için bir günü Disney'de harcamadık deyip geçelim.

Üçüncü günümüz, sabah erken kalkıp koştura koştura Louvre Müzesine gitmemizle başladı. Çok büyük bir müze olduğu için biletlerimizi aldıktan sonra haritada gezmek istediğimiz yerleri belirledik. Gönül ister ki hepsini dolaşalım ancak sınırlı gün ve yanınızda çocuk olunca seçim yapmaya zorunlu oluyorsunuz maalesef. Beliz de müzede pek sıkıntı çıkarmadı sağ olsun. Bazı heykeller üzerine hikayeler anlattım çok hoşuna gitti. Resimler de ilgisini çekti uzun uzun seyretti. Yine de tabii keyfi geldiği için meme arası vermeyi ihmal etmedi. Büyüyünce artık Louvre'da da emmedim demez :)

Çıkışta bayağı kuvvetli rüzgar ve yağmur bizi bekliyordu. Pusetin yağmurluğunu aldığımız için kendimizi tebrik edip yola devam ettik. Yemek yemek için de Belçika restoran zinciri olan Leon de Bruxelles'e gidip midyeleri mideye indirdik :) (Montparnasse'dakine gittik biz)Tamam kötü bir espriydi kabul ediyorum. Tabii burada Beliz'e beğendirip midye yediremedim. Yanımda bir tane sebze püresi vardı. İki kaşık alıp gerisini ortaya söylediğimiz patates kızartmalarından yiyerek tamamladı. Sonradan ortaya söylediğimiz kızartma balıkların da tadına baksın, ay şunu da tatsın diye diye karnı da doydu zaten. Karnımızı doyurduktan sonra Montparnasse bölgesi bize uzak olduğu için çıkıp etrafı keşfedelim dedik. İyi ki demişiz. Restorandan biraz yürüdükten sonra öyle bir sokağa geldik ki gözlerim ışıl ışıl parladı. Bir sürü bebek-çocuk giyim butiği yan yana sıralanmış. Bazıları gerçekten çok güzeldi ancak kesemizi aştığı için beğenmekle yetindim. Yine de kendimi tutamadan Sergent Major'den Belize pembe bir pantolon aldım. Yol arkadaşlarımızı çok oyalamamak için çabuk hareket edip daha sonradan buraya dönmek üzere aklıma not ettim. Buradan çıkıp ünlü Laduree pastahanesinde duraklayıp doğruca alışveriş yapmak üzere Lafayette alışveriş merkezine gittik. Artık yorgunluktan harap ve bitap vaziyette olduğumuz için gözüm pek bir şey görmemeye başlamıştı. Burada ben en çok ev eşyalarını beğendim. Neyse oradan yorgun argın çıkıp, bizim otele yakın bir çin lokantasına gidip çin yemeği ile günümüzü tamamladık. Beliz de burada sebzeli pilavı götürdü.

Yolda da garibim yorgunluktan çok huysuzlandı sonunda da otele girene kadar sızdı. Beliz'in ardından biz METROZEDE'ler de ayaklarımızı uzatıp dinlenmeye çalıştık. Her ne kadar metro çok yaygın, neredeyse her sokağa giriyor olsa da Barselona'da yaşadığımız o rahatlığı burada çok aradık. Maalesef metro eski olduğu için pek asansöre rastlamadık. Ayrıca bazı istasyonlar arası bağlantı çok uzun mesafe olduğu için çok yürünüyor, merdiven inilip çıkılıyor. Bu yüzden puseti genelde sırtta ya da Beliz hanımı uyandırmamak için alttan kaldırarak merdivenler boyu taşıdık.

Cumartesi günü sabah pastaneden sandviç ve kruvasanlarımızı paket yaptırdık ve parkta oturup yedik. Çocuklar birazını da kuşlarla paylaştığı için eğlenceli geçti. Buradan Notre Dame Katedrali'ne gittik. Belize heykelleri ve gargoyleleri  göstermeye çalıştıysam da pek başarılı olamadım.

Notre Dame çıkışı  Pompidou binasına gittik. Burası Beliz'in gerçekten hoşuna gitti. Binanın önündeki havuz  ve aktiviteler bayağı oyaladı bizimkini.

Oyalana oyalana nehir kenarına indik. Teknelerden birine atlayıp Sen Nehri'nde keyifli bir gezinti yaptık. Tabii donmadık diyemem. Yeni aldığımız fularları Beliz'in boynuna, göğsüne sarıp yeterli gelmesi ümidiyle turumuzu tamamladık. Yine de çok keyifliydi. Hem çocuklar hem de biz çok eğlendik. Güneşi de nehrin üzerindeyken batırmamız ayrı bir güzellik kattı.

Hazır güneşi batırdık haydi bir de Eyfel'i karanlıkta görelim dedik. Eeee ne de olsa son gün. Sonuç hayli güzeldi.

Tabii yine de karnımız doymadan tatil bitti sayılmaz. Çağrı ve Çağatay abi gidip pizza aldılar. Beliz artık yorgunluktan bitap düşmüştür diyerek yatağa yerleştirdik. Tam pizzayı yemeğe başladık ki tataaaa zamanlamayı harika ayarlayan Beliz hanım gözlerini açtı. Biz de, haydin o zaman madem uyumuyorsun diyerek komşu odaya gittik. Birlikte pizza yeyip stres attık. Tatilimiz de böylece bitmiş oldu.



















10 Ağustos 2014 Pazar

Anne olmak mı, anneanne olmak mı ?



Şanslı biriyim. Hem anne hem anneanne oldum. Aynı anda değil; sırasıyla…. Her iki özel duygunun da keyfini sürebilecek  zaman aralığı ile. 25 yaşında anne oldum, 54 yaşında anneanne.



Anne olmak da anneanne olmak da güzellik, zindelik, anlam kattı hayatıma. Zaman zaman torun baldan tatlı, sorumluluk annede olunca daha keyifli vb. yorumlarla karşılaşsam da bende karşılık bulmadı bu değerlendirmeler. İki duygu da birbiri ile kıyaslanamayacak ölçüde tatlı :)

Anne olduğumda çalışıyordum, kızımın üzerinde annemin hakkı büyük. Anneanne oldum, hala çalışıyorum. Torunuma kızım bakıyor. Onlarla birlikte geçirdiğim zaman belki sınırlı, ancak sorumluluklarını hep hissediyorum. İşten kalan zamanlarımı mümkün olduğunca onlarla geçirmeye özen gösteriyorum. Daha doğrusu her fırsatta kızıma ve  torunuma koşuyorum. 

Bazen torunumla daha fazla vakit geçiriyorum, ondan başkasını gözüm görmüyor eleştirileri ile karşılaşıyorum, aldırmıyorum. Kızımı da torunumu da canımdan çok seviyorum, dikkatimin çoğunu torunuma vermemin nedeni kızıma  destek olmak, biraz olsun rahat nefes alabilmesini sağlamak için. Ayrıca her defasında üzerime anneanne diye heyecanla ve sevgi ile atlayan yumurcağı kendimden uzaklaştırmaya da gönlüm razı değil tabii. Bundan da büyük tat alıyorum. 























Çocuk büyütmek en güzel, ama en zor şey hayatta.  
Sonsuz bir sevgi…

Sorumluluk istiyor, hata kaldırmıyor. Kendini geliştirmek, sürekli araştırmak, çocuğu tanımak, öğrendiklerini dikkatle uygulamak gerekiyor. Sabır istiyor. Şefkat ve disiplini dengeli yürütmek, inisiyatifi belli ölçüde ailede paylaşmak beceri, dikkat istiyor. Saldım çayıra, mevlam kayıra yaklaşımı ile çocuk sağlıklı büyütülmüyor. Bu sorumluluğu almaya hazır olmadan anne olanların Allah yardımcısı olsun. Çok zor. 

Evlenen çiftlere hemen çocuk yapın baskısını çok yanlış buluyorum. Çiftler önce birbirlerini iyi tanımalı, çocuk yetiştirme konusunda görüş birliğine varmalı. Çocuk doğduğunda plan ve programları çocuğa odaklı olacağından öncesinde bol bol birbirleriyle vakit geçirmeli, seyahatler yapmalılar. Çocuk olduğunda da kendilerini fazla kısıtlamamalı, gezilerini sürdürmeyi aksatmamalılar. Çocuklar çok çabuk uyum sağlar. Ve bu gezilerde  her türlü algıları gelişir.

Gizem  üç aylıkken, Büyükçekmece’de bir tatil köyüne gitmiştik. Zorluk yok muydu, vardı tabii. Ama üstesinden geldik. İki yaşındayken Heybeliada’da yaz dönemi için ev kiralamıştık. Babası ile ben işe adadan gidip geliyorduk. Gizem de babaannesi ve dedesi ile bahçeli bir evin tadını çıkarıyor, akşamları iskelede bizi sevinçle karşılıyordu. Bayramlarda kısa seyahatlerden hiç korkmadık. 


 Gizem - Büyükçekmece 1982 (Gizem 3 aylıkken)

Şimdi Gizem ve Çağrı, aynı yolu izliyorlar. Beliz ile ilk seyahatleri  Barcelona oldu. Ardından Samos, Thassos…  Seyahat yaşam sevincim oldu, yeni yerler görmek, insanlarla tanışmak, farklı kültürler ile kaynaşmak. Kızım, damadım, torunuma da bu sevgiyi aşılıyorum her fırsatta…

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Samos (Sisam Adası)



İşte şimdi sıra geldi bizim ailenin meşhur Samos’una.  Burayı ilk annemler keşfetti ( tabii bizim aileden J ) Her sene, annemlerin tatilini anlatan iyi bir slayt gösterisinden sonra, sonunda eşim ile benim de ağzımızın suyu aktı ve ben hamileyken biz de Samos’u keşfe çıktık. Hem de annem yanımda oldu J Daha sonra Beliz 11 aylıkken ve 2 yaşındayken tekrar gittik. Burada tatillerimiz her seferinde çok güzel geçti. Gönül isterdi ki bu sene de gidelim ama artık seneye kaldı.

Samos gezilerimizin en zor kısmı Yunan Konsolosluğu'nun telefonunu düşürebilmekti. Bu işte başarılı olunca gerisi pamuk ipliği gibi geliyor. Ben, hele de ilk seferde üç dört gün telefonu düşürebilmek için çalıştığımızı hatırlıyorum. Sonunda annem iş yerinden telefonu otomatiğe bağlamıştı da o şekilde randevu tarihi alabildik. Tabii randevu saatinize bakıp gününüzü ayarlamamanızı da bilgi olarak ekleyeyim. Tam vaktinde giremiyorsunuz. Konsolosluk önünde epey bir kuyruk oluyor. Ama hamileyseniz sorun yok. Ben içeride sıra gelene kadar kestirmiştim :) Samos'a farklı dönemlerde ve farklı ulaşım araçlarıyla gittiğimiz için her dönemi ayrı başlık altında anlatacağım.

Ben Hamileyken Samos - 2011 Temmuz

Önce ben hamileyken nasıl gittiğimizi anlatayım. Sonra da minik Beliz'imiz ile gidişimizi anlatırım. Hem herkese alternatif olsun.

Pasaport ve vizelerimizi aldıktan sonra Melih dedesi, annem, Çağrı ve ben dedemizin kocamaaaan bagajı olan station arabasına atladık. Önce Yenikapı-Bandırma arabalı feribotuna bindik. Ara sıra mola vererek yaklaşık 7 saatte Kuşadası'na vardık. Biraz da acele ettik çünkü günde sadece sabah bir tane ve öğleden sonra bir tane olan feribota yetişmek istiyorduk. Neyse ki saat 17:00'deki Kuşadası-Samos feribotuna yetiştik. Hemen arabayı iyi bir yere park edip, limanın karşısındaki Meander Travel'dan pasaportlarımızı gösterip feribot (arabasız) biletlerimizi aldık.

Samos'da liman çıkışı hemen internet üzerinden kiraladığımız arabamızı aldık ve Melih dedemiz artık yolları ezbere bildiği için elimizle koymuş gibi pansiyonumuzu  bulduk. Kaldığımız yer, çok basit, şaşaadan uzak ve tertemiz bir pansiyon. Odası küçük ama içinde mutfağı da var. En en en önemlisi de tabii ki kağıt gibi dümdüz olan denize sıfır olması. Pansiyona vardığımızda her ne kadar hava serinlemiş ve kararmaya yüz tutmuş olsa da kağıt gibi durgun masmavi denizi görünce denize doğru koştuk, koştuk, koştuk... ve ben ayaklarım denize girince zınk diye kalakaldım. O nasıl bir şeydir. Buz gibi bir su. Çağrı titreye titreye kendini denize attı. Ben çekimser kalsam da (ne de olsa hamileydim)  bir dalıp çıktım. Yine de ertesi gün denizin sıcak olması ümidiyle güzel bir uyku çektim. Gerçekten ertesi gün deniz hem yine dümdüzdü, hem de daha ılıkımsıydı, evet sıcak diyemeyeceğim ama kesinlikle girilemeyecek gibi değildi. Mesela Bozcaada'nın suyu daha soğuk. O şekilde kıyaslayabilirsiniz. Unutmadan bu arada ada çok büyük. Bir dolu plaj ve gezilip görülecek yer var.




Bence sakinlik arıyorsanız en güzeli bizim kaldığımız yer olan Mykali (Psili Ammos). Burası çok sakin. Tüm gürültülü, eğlenceli yerlere ve restoranlara uzak. Sahili uzun, çakıl taşlı. O yüzden de bir deniz ayakkabısı şart. Deniz de genelde dümdüz. Bizim kaldığımız motelin yanında bir kaç tane kafe-restoran var. Öğlen yemeklerini orada hallediyorduk. Odamızda mutfak olduğu için de marketten kahvaltılık alıp güzel güzel odamızda ya da bahçede kahvaltımızı ediyorduk. Akşam yemeği için ise arabaya atlayıp ver elini değişik yerler. Tabii her gün aynı sahilde durmadık. Farklı sahillere de gittik ama benim gönlümde yer eden gerçekten bizimki. Belki de odadan çıkıp direkt sahile gidebildiğim için çok rahat geldi. Neyse hamilelik gezisini kısa geçeyim. Şimdi gelelim Beliz hanım 11 aylıkken gidişimize.


Beliz 11 Aylıkken Samos - 2012 Ağustos

Daha önceden Beliz'in de pasaportu çıkmış olduğu için yine direkt Yunan Konsolosluğu'na başvurumuzu yapıp vizemizi aldık. Hem de bu sefer daha uzun süreli aldık. Bir daha ki seneye söz verdiler 1 sene alacağız inşallah. Pasaport-vize işlemleri tamam olduktan sonra sıra geldi diğer detaylara karar vermeye. Benim minik kızım Beliz'im nedense ilk sene gündüzleri pek uyumadı. Hatta arabada bile uyuduğu pek vaki değildir. Bu yüzden arabayla 7 saat gibi bir uzun yolu gözümüz yemedi. Hem de daha önceden Barselona'ya uçak ile gidişimiz çok rahat olduğu için paşa paşa Beliz, Çağrı ve ben Atlas Jet uçağımıza atlayıp İzmir'e indik. (Bu sefer annemler zaten Samos'taydı ama dedemiz iki gün sonra İstanbul'a döndü). Atlas Jet'i o sene tercih ettik çünkü o sene sadece Atlas Jet'in Kuşadası'na servisi vardı. Memnun da kaldık. Uçak iniş kalkışlarında yine Beliz'i emzirdiğim için hiç sorun olmadı ve yine uzun bir uyku çekti. Havaalanından servise atladık. Tüm uykusunu uçakta aldığı için serviste cin gibiydi. Şansımıza ön çapraz koltukta ufak sevimli bir köpecik vardı da ara ara Beliz'in ilgisini çekip oyaladı. Buradan da sevgili köpeciğe teşekkür ediyorum :) Sonra da Beliz yine sıkıntıdan kendini memeye verdi ve horul horul uyudu. Ben de böylece biraz kestirebildim.

Kuşadası'nda inince hemen bir taksiye atlayıp limana gittik. Limanın hemen karşı kaldırımında bizi Liman Otel bekliyordu. Odaya bavulları attıktan sonra eşim hemen bir koşu gidip yan kaldırımdaki Meander Travel'dan Kuşadası-Samos feribot biletlerimizi aldı. Ben de o sırada balkona çıkıp feribotlara karşı, Beliz'e İstanbul'dan getirdiğim ev yapımı yoğurt ve mercimek çorbasını içirdim. Yemekleri taşımak için güzel bir termos çanta almıştık. Böylece yemekleri bozulmadan yedirebildim. Ne kadar ev yemeği yese kardır ;) çünkü gerisini kavanoz mama aldım.  Havadan mı, yorgunluktan mı, manzaradan mı bilemedik ama hem yoğurdu hem çorbayı bitirdi. İnanamadım. Beliz çok iştahlı bir çocuk olmadığı için böyle bir olay daha önce vuku bulmamıştı.

Sonra hep birlikte akşam yemeği için dışarı çıktık. Dolaştık da dolaştık. Sonunda yorgunluktan mıdır nedir bilmiyorum ama karar veremeyip kös kös otele geri döndük. İyi ki de döndük. Meğer otelimizin terası süpermiş. Hakikaten süpermiş. Denize karşı oturup rahatladık. Tabii saat 22:00'ye geldiği için yiyecek pek fazla şey kalmamıştı. Sadece pirzola, salata ve patates kızartması yiyebildik. Gerçekten hepsi lezizdi. Beliz'in çok uykusu gelmesine rağmen o da bir pirzolayı şapur şupur emdi. (Evet o saatlerde hala ayaktaydı.) Ben de özellikle patates kızartmasına bayıldım. Evde yapılmış, yağ çekmemiş, üstü kekikli... Ay yine ağzımın suyu aktı. Neyse toparlıyorum. Hepimiz o günün yorgunluğuyla sabaha kadar mışıl mışıl uyuduk. Sabah 8:30 feribotuna yetişmek için Beliz hariç biz erkenden kalktık. Normalde Beliz uyanmasın diye çıt çıkarmadan hareket ederiz. Bu sefer terslik ya; öpüyoruz, kokluyoruz, gıdıklıyoruz tık yok. Şimdi diyeceksiniz ki çocuk gece geç yattı, herhalde kalkamaz. Ben de diyeceğim ki hayır. Bizim kızımız maalesef 1,5 yaşına kadar geç yattı. Erken yatağa gitsek huzursuzlanır uyumazdı. Biz eşimle uyuya kalırdık. Evet bildiniz. Beraber yatıyorduk. (çık çıkları duyar gibiyim, evet suçlu benim. Gece geç saatte uyanıp yan odaya gidip emzirmek zor geliyordu. Bu yüzden 6 aydan sonra yanımıza aldık.) Tüm yorgunluğuna rağmen bir sağa bir sola döndü. Sonunda yalana yalana uyandı ve terasta hızlıca kahvaltı edip motora yetiştik. Motorda ilk başta dışarıda oturduk ama çok feci esiyordu. Biz de içeri kaçtık. 2 saatin sonunda Samos limanına vardık. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra Melih dedemiz bizi limandan aldı. Hemen limanın karşısındaki araba kiralama yerinde Çağrı da kendi ehliyetini kaydettirdikten sonra otele doğru yola çıktık.

Her zamanki gibi deniz dümdüz ve cam gibiydi. Denizimize girdik, yüzdük, yemeğimizi yedik. Maalesef gece, Beliz'imizin bize kötü bir sürprizi oldu. Doğduğundan beri ilk defa ateşlendi. Hemen Calpol'ünü verip, ılık suyla ıslattığımız bezlerden bileklerine ve alnına kompres yaptık. Sabaha kadar da sürekli emdi. Ertesi gün öğlene doğru toparladı da rahat bir nefes aldık. Sanırım feribotta gelirken dışarıda oturmak hataydı. Hastalık yüzünden ilk iki gün Beliz'i denizden uzak tuttuk. Yine de sahil de taşlar çok ilgisini çekti. Bir de kovaya su koyduk mu değmeyin keyfine. İki günün sonunda Beliz'i denize soktuk. Su da serin olduğu için, Beliz'i denize sokarken İstanbul'dan aldığım balık adam giysisi kumaşından yapılma mayoyu giydirdik. (bebek üşümesin diye özel olarak üretilmiş. O zaman Joker'de bulmuştuk) Mayoya rağmen hemen üşüyordu. Biz de korkudan dudak titrediği anda çıkartıyorduk. Burada annemin çok yardımı oldu. Annem Beliz'i kurulayıp tek seferlik mayoyu değiştirirken ben gönül rahatlığıyla Çağrı'yla yüzdüm :) Yani anne ile tatile çıkmanın artı yönü çok. Tabii eksi yönleri de olmuyor değil. Her ne kadar eşim ile bana kafa dinleyecek boş zaman kalsa da yanınızda sizden büyük biri olunca bebeğe istediğiniz gibi bakamıyorsunuz. Çok karışıyorlar!!! Anneciğim seni çok öpüyorum ve seviyorum :) Tabii ki büyük tecrübesi iyi, dinlemek, yeri geldi mi uygulamak güzel ancak bazı zamanlar oluyor ki sanki ben ortada yokum da sesim de çıkmıyor. Bir de bir telaş bir telaş. Neyse tekrardan çok öptüm anne. Muck ;) (Annemden de kendi bakış açısıyla yazmasını istediğim için sorun yok, bir de ondan dinlersiniz) Başka koylara da gitmeye gerek görmedik. Nasıl olsa daha önceki gelişimizden nerede ne var biliyorduk. Burada bir ihtiyaç olsa hop hemen odaya koşup halledebiliyor insan.

Aynı zamanda çocuk için alışverişe gelecek olursak; hem Vathi'nin (Samos'un baş şehri) içinde, hem de bizim pansiyonumuzun olduğu Psili Ammos'tan Vathi'ye inerken yokuşun sağ tarafında çok güzel bebek-çocuk dükkanları var. Hele yokuştaki bayağı büyüktü. Buradan Beliz'e çok değişik mama kaşığı ve masaya yapışan vantuzlu mama tabağı aldık. (bu tabak bayağı işe yaradı. Önündeki tabağı oynatamadığı için yemekler etrafa pek saçılmıyor) Vathi'nin içindeki dükkandan da güzel bir portatif mama sandalyesi aldık. Masalara monte ediyorsunuz. Katlandığı için de arabada arkaya atıyorduk. Hem restoranlarda hem kaldığımız pansiyonda hayatımızı kurtardı diyebilirim. Başka bir dükkanda da çok değişik ve güzel çocuk elbiseleri vardı. Biraz pahalı da olsa (ne de olsa euro) bir tane kirazlı elbiseyi dayanamadım, aldım.

 Öğlen yemeklerini de yandaki restoranda hallediyorduk. Zaten Beliz daha çok kavanoz mama yiyip emdi. Arada da süzme yoğurt yedi. Akşam ise hastalığı geçtikten sonra değişik yerlere gittik; Vathy, Pythagoreio, Karlovasi, Kokkari (burada güzel bir kokoreççi kasap restoran var) ve tabii ki benim hatta hepimizin favorisi olan Vourliotes. Genelde buralar başta kabus oldu. Çok huzursuz oldu, ağladı. Yine de bir yolunu bulup uyutabildik.  Bir akşam da sahilde bir balık lokantasına gittik. Burada çok güzel uyudu biz de keyifli bir akşam yemeği yedik. Uyuduktan sonrası; huzurlu ve keyifli bir akşam yemeği...

                                      


Beliz 2 Yaşındayken Samos - 2013 Eylül

Bu sefer  Samos'a gidişimizde bize Beliz'in sevgili amcası, Erer ablası (yengesi) ve de Eren abisi eşlik etti. Uçağın rahatlığını keşfettiğimiz için bu sefer de uçak ile yaptık gidişimizi. Yine;
Uçak ile İzmir - servis ile Kuşadası - 1 gece Kuşadası'nda konaklama - motor ile ver elini Samos.



Bu tatilimizde yaşlar farklı olsa da (biri 2 biri 7 yaşında) iki çocukluyduk. Hem de iki iştahsız çocuk! İyi bir deneyim oldu. Böylece yine de aç kalmadıklarını gördük. Neredeyse her yerde cacık(tzatziki), kabak kızartma(zuccini balls), musakka(moussaka), karnıyarık, domatesli köfte(soutzoukakia), dolma(dolmades), zeytinyağlı fasulye, bamya, şiş çeşitleri(souvlaki) gibi ev yemeği bulabiliyorsunuz. Bir de Galeos denen köpek balığı filetosu var. O da harika. Tarator sos ayrı satılıyor. Genelde menüde salata bölümüne koyuyorlar.

Otele vardığımızda her zamanki gibi dingin denizimiz bizi bekliyordu. Bu sefer aşağıdaki süit odayı tutup hep birlikte kaldık. Çok da keyifli oldu. Biz kızlar ve çocuklar eşyaları yerleştirirken, babalar hemen denize koştu tabii. Sonra gidip süpermarket alışverişimizi yaptık. Akşam yemeği için ilk durağımız tabii ki Vourliotes'ti. Güzel bir akşam yemeğinden sonra kafaları vurup uyuruz demiştik ancak Beliz sağ olsun ilk gece kabusunu yaşattı. Bir ağlama, bir ağlama. Susturabilene aşk olsun. Saat gece yarısını geçmiş hala uyumamak için direnen biri. Tabii genel olarak uykuyu sevmemesine rağmen bu sefer üstüne yeni yerin yadırganması da eklendi. Tam şenlik oldu. Sürekli dışarı bakıp ağladı. Ne söylediysek yatıştıramadık. Bu sefer aldı eline i-pad'i. Oynamaya daldı. O saatten sonra artık hiç ellemedim. İlk defa elinde i-pad ile yatağın içinde uyuya kaldı. Neyse ki kaldı da biz de tüm günün yorgunluğunu sonunda atabildik. Buradan da seyahat arkadaşlarımızdan özür dileyelim. O gün bayağı kafaları ütülendi.

 Ertesi sabah kahvaltımızı terasta yaptıktan sonra. Beliz bu sene daha büyük olduğu için daha zor üşüdü. Geçen sene üşütmeyen bir aparat almıştık. Bu sene de yine aynı firmanın 15 kg kadar olan deniz yeleğini aldık. Yeleğin içindeki köpükleri, çocuğun kendine güveni geldikçe sırasıyla azalta biliyorsunuz. (Biz bu sene "A" köpüklerini çıkarttık) Hakikaten çok memnun kaldım. Boynuna kadar suyun altında olduğu için daha az üşüdü ve daha da önemlisi bizim tutmamıza gerek kalmadan kendi başına yüzmeye başladı. Kendine güveni geldi. Abisi de yanında olduğu için çok güzel deniz keyfi yaptılar. Şişme deniz ejderhasıyla hem Eren hem Beliz tüm denizi fethetti.


Sonuçta da tabii ki akşama çok yoruldular. Eren abimiz uykuyu çok sevdiği için odaya varır varmaz, hatta bazen arabada uyuya kalıyordu. Sanırım abisinin enerjisiyle Beliz de bir iki sefer arabada uyuya kaldı da hemen yatağa yatırıp odanın dışında terasta keyifle oturup çaylarımızı yudumladık. :)


Deniz sefasının ardından akşam yemek için Kokkari'deki Dyonisos restoranda yumuşacık etlerimizi yedik. Beliz benimle pirzolayı paylaştı. Eren de güzel bir bifteği mideye indirdi. Sonra, uzun yıllar sonunda dost olunan restoran sahiplerine her zamanki gibi Türkiye'den götürdüğümüz hediyelerini verdik. İstanbul'a dönmeden bir daha uğrama sözü verip oradan da ayrıldık. (Sonradan gidip bizim için özel hazırlanmış kokoreçlerimizi yedik. Hatta annemler için de dondurulmuş olarak hediye verdiler.)

Başka bir akşam yemeyi için Pythagoreio'ya gittik. Burada da ortaya değişik mezeler söyledik. Balık yedik. Çocuklar da mezelerden yedi. Hem de buradaki meşhur Yunan filozofu ve matematikçisi  Pythagoras'ın (Pisagor) heykeline baktık. Beliz de biraz oradaki çocuk parkında oynadı.

Beliz ile günlerimiz genelde neşeli, arada stresli geçti. Hele bir akşam yine Vourliotes'e gittik. Sürekli bu köyden bahsediyorum bari biraz anlatayım. Burası tepede çok şirin bir köy. Gitmesi biraz zahmetli. Bayağı virajlı bir yoldan dağın tepesine doğru çıkıyorsunuz ama gerçekten yola değiyor. Burada bizim favori restoranımız "Blue Chairs"'e gittik. (artık arkadaş olduk, annemler her sene hediyeler götürüyor çünkü onlar da bizi hediye yağmuruna tutuyor) Sonunda iple çektiğim Vourliotes gecesi tam bir rezalet oldu. Tüm köy Beliz'in ağlamasıyla yankılandı. Bizde de hata vardı. Beliz'in çok uykusu vardı ama nasıl olsa pusetinde uyur diye düşünmüştük. Yanlış düşünmüşüz. Yediğimizden, içtiğimizden pek bir şey anlayamasak da havası bize yetti..

Diğer akşamlar biraz Eren abisiyle oynadı. Biraz müzik eşliğinde dans etti. Bizler de keyifli zaman geçirdik.

Eve dönüşümüzde sabah pastahaneye gidip hepimize birer tane spanakopita (ıspanaklı börek, gerçekten muhteşem) ve kremalı börek ( tek kelimeyle enfes ama kesinlikle taze yenmesi lazım) aldık. Motor'da, Kuşadası'na geçişte löp diye mideye indirdik ve dönüş yolculuğu başlamış oldu.

Evden kopup; deniz havası almak, değişik yemekler yemek ve değişik bir ortama girmek inanın insanı kendine getiriyor. Keşke insan sık sık tatile çıkabilse. Neyse bu tatillere de şükür. İyi bir tatil sonunda yine şarj olup güzel evimize geri döndük. Artık bir daha ki tatile kadar haldır haldır çalışma başladı...


18 Temmuz 2014 Cuma

Barselona (Barcelona)

Beliz ile ilk uzun yolculuğumuz 8 aylıkken gittiğimiz Barselona’ydı. Bu tatile Beliz, eşim Çağrı, yakın arkadaşım gezenti Esra ve ben çıktık. Aklımda kalan bir iki çileden çıktığım sahne dışında harika bir tatildi. Puset ile dolaşmak için de çok uygun bir şehir. Düzayak ve çoğu yer birbirine yakın.

Tatile çıkarken korktuğum iki şey vardı; Barselona’dayken hastalanması ve uçaktayken huzursuz olması. İkisinin de başımıza gelmediği için çok mutluyum.

Yurt dışına çıkarken yapılması gereken ilk şey herkesin geçerli bir pasaportu (en az 6 ay daha süresi olması lazım ki vize alabilin) olduğundan emin olmak. Buna bebek de dâhil. Beliz’in pasaportu ve vizesi için iki ayrı ebatta vesikalık fotoğrafını çektirdik. Kendi başına oturamayacağı için kucağıma oturttuk benim üstümde düz renk tişört olduğu için dekupesini kolay yaptılar ve hemen vesikalığı hazırlandı. Çok saçma olsa da maalesef vize başvurusunda kendimiz için hazırladığımız tüm evrakları (eşimin çalıştığı şirketin imza sirkülerine kadar) Beliz’in dosyasına da koyduk. Pasaportu aldıktan sonra vize başvurusunu da tamamladık ve üç gün sonra vizemiz onaylandı, eşim de gidip üçümüzün pasaportlarını aldı. Kalmak için de apart otel seçtik. Mutfağı da olduğu için Beliz’e akşam püre ya da muhallebi hazırlayabildim. Çok rahatlık oldu.

Gelelim daha zor bir işe. Valizi hazırlamak!!! Kötü bir huy biliyorum amma velakin valizi hep son gün son dakika yaparım. Valiz hazırlığıma Beliz hanımınkilerle başladık.

Mayıs ayında gittiğimiz için hem ince hem de kalın kıyafetler aldık. Yine de bavulları esas dolduran ve ağırlaştıran, buradan taşıdığımız kavanoz mamalardı. Normal zamanda hep evde buharlı mama hazırlama aletinde yaptığım çorbaları yedirmeye çalışıyordum (çalışıyordum çünkü emdiği için başka yiyeceklere pek tevazu göstermiyor) ama tatilde öyle bir lüksümüzün olmayacağı görüşündeyim. Bu arada Barselona’da kavanoz mamaları Türkiye’den taşımanın ne kadar gereksiz olduğunu anladım. Her yer taze meyve, taze meyve suyu cennetiydi. Pek çok köşede yemeğe hazır taze meyve salatası ve meyve suları satan yer var. Hazır mamalar da gırlaydı. Neyse kıyafetleri ve mamaları saymazsak; bol bol ıslak mendil, ilaç çantası( ateş düşürücü şuruplar, burun için serum fizyolojik, kabızlık için fitil, derece, pişik kremi, bir de alerji için şurup), dolu bez, küçük boy şampuan, lif ve vücut kremi; bir küçük bir büyük havlu, tarak, şapka, puset, kanguru (çok iş gördü), tatilde okuma kitabı, yumuşak oyuncak, bir top, ve odada yerde rahat emeklesin diye yere sermelik geniş bir örtü.

Tabii büyük valiz bunlarla dolunca biz kendimize daha az eşya aldık ve bir büyük bir küçük valiz ile bu işi tamamladık.

Öncelikle uçak seyahatimizden başlayalım. Daha önceden bir tanıdığımız beni uçak kalkarken ya da inerken bebeklerin kulaklarının ağrıyabileceği konusunda uyarmıştı (Hatta benim de başıma birkaç kez geldiği için ne feci bir acı oluğunu biliyorum. Sakız çiğneyip burun damlası kullanmanızı tavsiye ediyorum). Bebek için de yapılabilecekler arasında ilk aklıma gelen şey emzirmek oldu. Zaten emmeyi çok seven bir bebek olduğu için hiç zorluk çekmedik. Hem gidişte, hem de dönüşte boynuma emzirme örtüsünü takıp azıcık emzirdikten sonra Beliz uçağın uğultusuyla neredeyse tüm yol uyudu J



Havaalanından apart otelimize kadar taksiyle gittik. Kaldığımız yer de çok iyiydi. Tam “La Rambla” caddesinin göbeğindeydi. En süperi de asansörlü metro girişi tam kapımızın önündeydi. Bu arada her yer olmasa da çoğu metro durağında asansör mevcut olduğu için pusetle rahat ediliyor. Açıkçası biz yürümeyi seven bir aileyiz. Dolayısıyla neredeyse her yere yürüdük. Sadece “Park Güell” ve eşim isteği için gittiğimiz FC Barcelona Camp Nou stadına otobüs ve metroyu(buranın çıkışında asansör yoktu ve çıkışta stada bayağı yürüdük) kullandık. Bizim sevgili kızımız pusette rahat durmadığı için kanguruyu da hep yanımızda taşıdık.


İlk gün; kaldığımız yere yakın olan La Boqueria markete gittik. Mükemmel bir pazardı. Girişinden taze meyve tabağı alıp içerideki peynir tezgahlarını gezdikten sonra marketin girişine yakın bir yerde leziz deniz ürünleri tabağı yedik. Beliz de burada ilk kavanoz mamasını yedi. (sebzeleri sevmedi, en iştahlı yediği sütlaçlar oldu) Günün ilerleyen saatlerinde “La Rambla’dan” aşağı sallanarak limana gittik. Benim de çileden çıktığım yer burasıdır. Nedeni belli olmayan bir şekilde Beliz’i bir ağlama krizi tuttu. Ne yaptıysak susturamadık. Pusetin üstünde hemen altını değiştirdim, örtümü alıp emzirdim, kucakta gezdirdim vb. ama nafile. Limandan çıkana kadar sakinleşmedi. Dönüşe geçmeden limanın oradaki Akvaryuma gittik. Burası Beliz’in epey dikkatini çekti. Sonunda rahatladı  Zaten ilk gün olduğu için sağa sola bakınarak sallana sallana dolaştık.






İkinci günümüzde ünlü mimar Antoni Gaudi’nin meşhur evlerini dolaştık. Bugün şansımıza hava çok sıcaktı. Buralarda dolaşmaya gitmeden size bir uyarı. Erken gidin. Sıralar çok uzun. Biz ilk olarak Casa Batllo’ya gittik. Daha erken olduğu için sıra çabuk ilerledi. Hemencecik içeri daldık. Puseti hiç yukarı çıkarmadık; aşağıda görevlilere teslim edip Beliz’i kanguru da dolaştırdık.  Burası Beliz’in de çok hoşuna gitti. Biraz içeride dolaşan insanlar, biraz evin değişik şekilli yerleri derken çok rahat dolaştık. İkinci durağımız Casa Mila’da (La Pedrera) sırayı görünce caymamıza ramak kalmıştı ki “bir daha ne zaman geleceğiz” deyip Çağrı kendini feda edip sıraya girdi. Biz kızlar da gölge bir banka çöktük. Hatta fırsattan istifade yine Beliz emme keyfi yaptı. 1,5 saatin ardından artık kıyamadım, Beliz kucağımda Çağrı’nın yanına gittik. Garibanımızın terini sildik kiii o da ne??? Önden müze görevlisi bize doğru gelip Beliz’i işaret ederek “siz sırada mısınız?” dedi. Bizden olumlu yanıtı alınca hoop içeri giriverdik. Bu yüzden “sıraya Bebeğiniz ile girmek faydalı olabilir” notunu ekleyelim. Burada da pusetimizi aşağıda bırakıp terasa kangurumuzla çıktık. Terasta yine Beliz iyi vakit geçirdi. Bacalara uzuuun uzun baktı.



Buradan çıktıktan sonra bir kafede oturup bir şeyler atıştırdık. Beliz de kavanoz sebzesinden iki kaşık alıp hemen kavanoz muhallebisine yöneldi. En azından midesine anne sütü dışında da bir şeyler girdiği için seviniyorum. Anne sütü dışında pek bir şey yemek istemiyor maalesef.

Sokaklarda aheste aheste dolaşıp bir iki Gaudi’nin evini de dışarıdan gördükten sonra apart otelimize döndük. Beliz’i hemen yatağın üzerine koyunca rahatladı. Bütün gün, yok kanguru, yok puset, yok kucak derken zavallım emeklemeyi çok özlemiş. Bir kendine geldi.

Ertesi gün La Sagrada Familia bazilikası ve Güell parkını gezdik. Otelden çıkıp yürüyerek bazilikaya yürüdük. Burada yukarı çıkarken puset ve hatta bebeği yanınıza alamıyorsunuz. Bu yüzden önce Esra ve ben çıktık. Sonra biz Beliz’i devraldık Çağı çıktı. Üstelik çıktıktan sonra başka kapıdan iniyorsunuz bilginize. Daha sonra Park Güell’e gidişimiz tam bir eziyet oldu. Sanırım bu gün için kötü bir güzergâh seçtik. Otobüsten indikten sonra çok yürüdük ve inanılmaz bir yokuş çıktık. Park’a geldiğimizde dolaşmak için hiç enerjimiz kalmadı. Önce girişteki kafede oturup soluklandık. Beliz hanım da meyve püresi yedi. Daha sonradan Parkı da şöyle bir gezdik ama pek keyfini süremedik. Hem yorgunluk hem sıcak bizi perişan etti. Bir dahaki sefere ilk Park Güell’e giderim hem de bu sefer sokakta önünden geçip binmediğimiz yürüyen merdivenleri kullanarak. Böylece yokuşu tırmanmaya gerek kalmaz!!!



Dinlenmiş olarak kalktıktan sonra toplu taşıma kullanarak Camp Nou stadına doğru yola çıktık. Metro çıkışında asansör bulamadık dolayısıyla tabanvay çıktık. Beliz hanım da pusetinde mışıl mışıl uyuduğu için birimiz önden birimiz arkadan tutup tüm merdivenleri çıkardık. Hem de çıktıktan sonra bayağı yürüdük. Neyse ki stadın içi güzeldi. Beliz orada da emdi ve rahatladı. Babasıyla da ilk stat deneyimini yaşadı. çekti. Artık gece Beliz huysuzlanmaya başladı. Sanırım bayağı yoruldu. Her ne kadar bebekliyiz yoğun bir program yapmayalım diye düşündüysek de gelmişken görebildiğimiz kadar görelim dedik. Belki bebek için çok iyi bir yöntem değil. Bundan daha azını dolaşmalı insan.


Son günümüzde uçağımız öğleden sonra olduğu için bavulları toplayıp oteldeki küçük resepsiyonvari odaya bıraktık sonra da metroya atlayıp sahile gittik. Orada biz güzel bir pizza yedik, Beliz de bir sütlaç götürdü ve otele geri dönüp bavulları aldık. İki metro aktarması (ki biri eziyet oldu çünkü maalesef çıkışında asansör yoktu) havaalanına direk ulaştık.

Eve geldiğimizde anladık ki Beliz’e tatil yetmiş. İnanılmaz rahatladı ve çok mutlu oldu. Orada genelde kucakta olduğu için evde fıldır fıldır her yere emekledi.